İnsan unutkandır, unutulandır.
Eğer unutmasaydı insanoğlu, başını secdeden kaldırmazdı.
Yaradılış sebebini, Yaratıcısını, sabrı, vefayı, merhamet gibi âlâ duyguları gözyaşıyla unuttu; mutlulukla duayı, makam ve mevki ile hiçliğini unuttu; kul olduğunu tefekkür ettiren derdine derman bulacağı kapıyı unuttu. Adresi, şifayı; hastalığından dolayı vücudunu kurtlar saran Hz. Eyüp (a.s.)’ın sabrını unuttu.
Fani olduğunu, misafir adabını, ar ve edep perdelerini çekmeyi, mahremiyetin, sahiplenmenin, kıskanmanın ölçüsünü, reçetenin hekimini unuttu.
Ve unuttu hak yolunda cihad edenleri, vatan uğruna şehit olanları, vefa borcunu, onca güzelliği bahşeden Sevgili’yi, seher vakti bereketini.
Yaprak misali, kurumuş bir fidan gibi savrulur, neydim, ne oldum, ne olacağım demeden. Fe Eyne Tezhebun (Nereye bu gidiş?) Karanlıkta ışık aramayı, güneşi, yağmuru, toprağı, sebepleri, muştularla gizli hazineleri unuttu.
Sürüden ayrılan kuzuyu, annenin ayakları altındaki cenneti, babanın duasının Peygamber duası olduğunu unuttu.
Bin derdin bir İnşirah ferahlığını unuttu.
Unuttu, Âdem ile Havva’dan kardeş olduğumuzu, bir tebessümün sadaka olduğunu, yetimin ve düşkünün cennet vesilesi olduğunu.
Parayla satın alınmayan özünü, sırra tevekkül etmeyi, özür dilemeyi, teşekkür etmeyi unuttu.
Komşusu açken, komşusunu; selam vermenin sünnet olduğunu unuttu.
Renk, din, ırk ayrımı olmadan saymayı, sevmeyi, rıza ile yaşamayı unuttu.
Aşk dedi, fani olduğunu unuttu; bâki sevdayı.
Rızkın ve ecelin değişmeyeceğini unuttu.
Unuttu insan, boynuzlu koyunun boynuzsuz koyundan hakkını alacağı günü.
Yaratılan her şeyin bir hizmete ve tefekküre sebep olduğunu, yaşanan her hadisenin ve musibetin muhasebesini yapmayı unuttu.
Ne çok şey unuttu insanoğlu, şimdi isyanlarda, sırlarını ifşa ederken veryansında.
Başı ağrısa mükâfat olduğunu unuttu.
Güvenmeyi, güvenilir olmayı unuttu.
Bir kalp kırmanın, Kâbe-i Muazzama’yı yıkmak gibi olduğunu; “Neyle gelirsen gel, kul hakkıyla gelme” sözünü, büyük mahkeme randevusunu unuttu.
Derdini, düşmanını, makamını, malını, aldatılmayı, beşeri aşkını, riyayı, yalanı, bencilliği; yıllar geçse bile aile içi çatışmaları tetikleyen sözleri, nefreti, kin gütmeyi, hasetliği, on yıl önceki derdini, kırgınlıkları, bazen tek bir kelâmı, savaşmayı, öç almayı, malını, mevkisini, ağladığı günleri, aç kaldığı günleri, yarışmayı, işini, mesai saatini, kavgasını hiç unutmadı.
İnsan, unuttuklarıyla nasıl yaşar veya yanlış şeyler mi unuttu insanoğlu?
Unutmasaydı insanoğlu yaşayamazdı; çok büyük sıkıntılar, imtihanlar, canından can giden vedalar (ölüm), özlemler, ihanetler, yetimlik, kimsesizlik... Kâinatın belki en derin acılarını unutmasaydı, nasıl mutlu ve sağlıklı yaşardı?
Unutmak değil, asıl marifet; ne yaşanırsa yaşansın, tevekkülü sol yanında, avuç içinde bir dua ferahlığında taşımaktır.
Hoşgör sen âlemi cihanı, hoşgörür âlem cihanı seni.
Güzel olanı unuttu insanoğlu, şimdi herkesin eli bir fiske çamurlu. Kusurluyuz; dünya fazlaca kirlendi, balçıkla sıvamaya devam ediyoruz.
Atalarımızın, padişahların, şehitlerin, gazilerin, yetimlerin ve en önemlisi gelecek nesillerin hakkını nasıl öderiz? Vefa borcumuzu unutmanın eksikliğini nasıl kapatırız?
Allah'ım ! Senin tasarrufun altında bulunan her şeyin şerrinden kerim olan zatına ve eksiksiz en mükemmel kelimelerine sığınarak derim ki ben kendi hesabıma hiç unutmadım...unutanlardan eyleme...sevgi ve saygılarımla
Kıymetli yazar/şair Amine Çalışkan hocam yine günümüze özel irdelenmesi ve düşünülmesi gereken bir konuyu kalemiyle kelamıyla detaylandırdınız teşekkür ederim iyiki varsınız kıymetli Hocam