"Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik, artık o isterse şükreden olur, isterse nankör."
İnsân - süresi /5594/3-ayet
İnsan, yaratılışı gereği İslam ahlakı üzerine doğar. İnsanın yaşamak ve kendini keşfetmek için yollara ihtiyacı vardır. Bu yollar, onun akıl ve nefsi arasındaki çizgiyi aşmamak ve ahlakını belirlemek suretiyle dünyevi hayatını düzenler.
Doğuşundan itibaren insanı diğer varlıklardan ayıran en temel özellik şükür ve tefekkürdür. Acıyı, tatlıyı, soğuk ve sıcağı, hüznü ve mutluluğu, sessizliği ve zikri tamamen akıl ve mantık belirler. İslami ilimler, güzel ahlak, farzlar ve sünnetler ile Yaradan'ın emirlerini yerine getirmekle mükellef olan insan, aslında çok ince bir detayı görmezden gelir: Âhlakına değil, Âhlakımıza Yakışan.
İnsanın en büyük özelliği, karakteri, tutumu, merhamet ve ahde vefadır. Bunlar, kişinin kendine verdiği ödüldür ve etrafını mutlu eden insan, insani görevini yerine getirir. İnsanlar önce kendine, sonra etrafına ve dahası topluma karşı anlayışlı, kararlı, sözüne sadık ve hoşgörülü olmalıdır. Dinimiz de bu insani vasıfları emreder.
Haksızlık, kıskançlık, riyakarlık, yalan, iftira, fitne, fesat ve üstünlük savaşı gibi davranışlar, insanın insani özelliklerini yok eder. İnsanlar birbirini sevmedikçe, birbirinin iyiliğini istemedikçe ve birbirine el uzatmadıkça, bu dünyada huzur bulamaz ve ahiret hayatında da mutlu olamaz.
Rızkının peşine düşerken helal dairesinde kalmak, insanlık sıfatlarına ve Yaradan'ın kurallarına riayet etmek gerekir. Aynı zamanda, efendi ve düzgün görünen insanların haksızlık karşısında susmaması, çıkarları dahilinde sessiz kalmaması önemlidir. İnsanın amacı, başkalarına nasıl faydalı olabilirim, nasıl iyi bir kul olurum ve nasıl dosdoğru yaşarım olmalıdır.
İnsan olmak, insanca yaklaşmak ve ahlakımıza yakışır şekilde insanlara muamele etmek zorundayız. Ne çok şey kaybettik yarına ve insanlığa dair. Bunun tek cevabı, sünnet üzerine yaşamamak ve Rabbimizin bize gösterdiği yoldan gitmemek. Eğer bu yolu seçebilsek ve tabelalara rivayet etmeyi görev bilsek, insan olmanın verdiği huzura kavuşuruz.
Kötülüğe karşı iyilik emreden, tebessümü sadaka sayılan ve üstünlüğü takva olan bir dinin mensupları olarak, kötülüğe karşılık vermek, tebessümü esirgemek ve üstünlüğü statü ve rütbede aramak doğru değildir. Acaba dini bizler mi belirliyoruz?
Bir de Kudüs meselesine değinmek istiyorum. Birçok insan sessizlik ve duyarsızlıktan şikayet ediyor. Bilmez misiniz, muştular gelir ve imtihan sabra tabidir. Çocuklar ve kadınlara yapılan vahşet var, evet. Rabbim kadar kimse merhametli olamaz bu dünyada. Dua ve tefekkür gerekir.
Birbirinize düşman olmamak, Filistin için destek verirken birbirinizden nefret etmemek önemlidir. Vakti ve saati vardır her şeyin, bunu Rabbimiz bilir. Kendi ülkesinde vahdet olmayan insan bilinci, kimseye acıyamaz. Gene sessizlikle suçlanan insanların gizli duasını kimse bilemez.
Önce ben kimim, beni kim yarattı, neden yarattı, yolum ve görevim nedir onu sorgulamak gerekir. İnsan, insani vasıflara sahip değilse ve insanlığa faydası yoksa, mum misali kendini aydınlatır sadece. Ne acıdır ki, insanca düşünmemek, kişiye göre muamele etmek.
Çalışın, koşun, insanlığın rehberi olan Kur'an-ı Kerim'in kurallarına göre yön veren, dert dinleyen, şifa olan, bir yüreğe İnşirah olan en demlisinden bir kul olun.