Şirazesi kaymış insanlık, dengesini yitirmiş; dizine kadar çamura batmış, benliği boğuluyor efendim. Tutarsızca, pervasızca kimliğini sorguluyor.
Kimi âhir zaman diyor buna, kimine göre adalet eksik, kimi devleti hatalı bulurken bazıları "o da neymiş, kimin ne hali varsa görsün" diyor.
Vesselam, durum bundan mı ibaret? Yoksa insanlar konfor alanı, özgürlük alanı, toplum saygısı, “yaşamak için ezmeli” düşüncesiyle mi işin içinden çıkamıyor? Bunu yapan insanlar en çok narayı atanlar oluyor. Toplum kurallarını çiğneyen, edep çerçevesi olmayanlar nedense edep ve adalet diyor.
Eğer bir toplumda bir şeyler yolunda gitmiyorsa, hedef tek değildir. Eğer insanlık bu kadar ucuzsa, ucuz sevenler vardır. Menfaatler, dost bağının hasadını kuruttu.
Üzüm çekirdeği, üzüm pekmezi, şarabı güzel... Peki bağ kimin? Bağcı kim, üzümü hasat eden kim, tarlayı süren, sulayan, parayı kazanan, yaprağını saran kim? O kadar çok soru var ki sorulması gereken. Maksat üzüm toplamak değil, bağcıyı dövmek.
Belki de toplum olarak en büyük hatamız yafta ve ön yargı. Bizim aklımız yettiğince ahkâm kesmek hiçbir şeyi düzeltmez; aksine ateşi körüklemek olur.
Adalet Yok Mu?
Adalet yok diyemeyiz. Bunu demek için huzur içinde uyuyamamamız gerekir. Kâinat, göründüğü kadar ihtişamlı ama aynı zamanda imtihanlarla doludur: İnişler, çıkışlar, hatalar, kusurlar, hırsızlar, katiller, dolandırıcılar... Saymakla bitmeyen suç unsurları.
Peki adaleti kim sağlar? Sadece hâkim, savcı, avukat mı, anayasa mı, yoksa her şeyin üstünde olan halk mı? Halkı hafife alırsanız, kendinizi yok saymış olursunuz. Bu kadar kötülüğün olmadığını söyleyenleri duyuyorum. Peki siz buna inanıyor musunuz? Yıllar önce de vardı, asırlar önce de. Demek ki bizler zayıf insanlarız ki birbirimize kenetlenmek yerine "kopsun kıyamet" diye uyanıyoruz yeni güne.
Adalet, önce insanın vicdanında başlar. İnsan, çıkarsız ve menfaatsiz şekilde ülkesine ve insanına hizmet etmeli, iyimser, nazik, saygılı olmalı. Dinleyerek ve anlayarak…
Sabahlar Ne Kadar Karamsar?
Her sabah kalkıp, “Bugün de hayat sıkıcı, insanlar kötü, dünya çirkin, ben yaşamak istemiyorum” diyerek güne başla, ardından çevrene negatif enerji yay, sadece kendi çıkarların için yaşa. Sonra da bas çığlığı: “Bu dünyadan nefret ediyorum!”
Bu zihniyetle yaşam sürdürenlerin sayısı giderek artıyor. Günün sonunda ise bu çarpık algıyla dünya değil, sadece kendi iç huzurumuz tahrip oluyor.
Sosyal Medya: Güreş Alanı Mı?
Haftanın her günü nerede olduğunu, ne yediğini, ne içtiğini paylaşan; saygı ve edep kavramlarından uzak içerik üretenler sosyal medyada “özgürlük” adına neyi savunuyor? Mahremiyet ne zamandan beri özgürlüğe dahil oldu?
Sosyal medya, adeta bir arena hâline geldi. Meşru ilişkilerden sapmalar, edepsiz paylaşımlar çığırından çıkmış durumda. Bunları kim yapıyor? Birileri kafamıza silah mı dayıyor? Toplu taşıma araçlarındaki münakaşalar, haddini aşan ifadeler… Herkes, “Ben bu çağdan nefret ediyorum” diye bağırıyor.
Oysa sormamız gereken asıl soru şu: İnsanlık için ne yapıyoruz? Vicdanlarımız rahatsa, ancak o zaman bu çağla ilgili eleştirilerde bulunabiliriz.
Hatalı Kim?
Hatalı benim, belki de ötekinin; bir annenin, babanın, öğretmenin, doktorun, işletmecinin, şoförün… Belki Sağlık Bakanının, milletvekilinin, belediye başkanının, gazetecinin, yazarın, adaletin... Hepimiz hatalıyız.
Örf ve adetlerimizi, saygıyı, sevgiyi, aile yapısını, toplum kurallarını modernleşme uğruna tartışmaya kapattık. Şirazesi kaymış duyguların gölgesinde, çığlıklar ülkesinde “insanlık öldü” sloganlarıyla yaşamaya devam ediyoruz.
Oysa insanlık ölmedi; sadece vicdanlar körelmiş durumda.
Kıymetli Hocam ele alınan konu çok güzel lakin bilinçsizce şuursuzca şirazesi kaymış haliyle insanın ve insanlığın diri diri gömüldüğü çağdayız keskin bir bakış lakin perdenin arkasındaki hakikatler öyle bu hale nasıl gelindi çok üzgünüm
Kaleminize yüreğinize sağlık olsun hocam