Türkiye’nin bereketli toprakları… Tarlada başaklar yerine yükselen betonlar… Eskiden tarım arazisine basarken şimdi “Aman betona basma!” diye bağıran annelerimiz var. Evet, kabul edelim, tarım ülkemiz betonla kaplı bir nostaljiye dönüştü. Peki, soralım: Tarım neden bitiyor, neden hepimiz beton yığınları arasında kayboluyoruz? Ve eski liderlerimiz neden tarımı bu kadar önemserdi?
Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel derken, bir isim var ki bu toprakların kaderini değiştiren: Mustafa Kemal Atatürk. Onun tarıma bakışını anlamadan bu toprakların değerini kavrayamayız.
Atatürk: “Milli Ekonominin Temeli Ziraattır” demiştir.
Atatürk, tarımı ülkenin bel kemiği olarak görürdü. “Köylü milletin efendisidir” sözü, sadece güzel bir laf değil, bir ideolojiydi. 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde çiftçilere özel başlık açmış, tarımı kalkındırmanın milli bağımsızlık için şart olduğunu vurgulamıştı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan Tarımsal Kredi Kooperatifleri, Toprak Reformu çalışmaları ve Atatürk Orman Çiftliği projeleri, onun bu alandaki vizyonunun en somut örnekleriydi. O zamanlarda ‘’Atatürk Orman Çiftliği’nde üretilen sütle yapılan peynirin tadı bambaşkadır” diye anlatılırdı. Bugün ise “toprağın tadı” yerine betonlar var! Hani o eski toprak kokusu? Bir parça peynirle gelen nostalji!
Bugün betonlaşan toprakların yerine o zamanlarda köylüye ücretsiz tohum dağıtmak, tarlasına traktör almak ne kadar önemliydi! Peki ya bugün, topraklarınıza beton dökerken belediyeler, “Evet, şu kadar park yapıyoruz” diye reklam yapıyorlar. Ve toplum olarak bizde bunu alkışlıyoruz.
Atatürk; Tarımsal üretimi artırarak, köylünün gelir düzeyini yükseltmeyi, Ziraat bankaları ve Tarım Kredi Kooperatifleri gibi kurumlarla köylüye kredi desteği sağlamayı ve tarımda makineleşmeyi teşvik ederek bilimsel yöntemlerle tarımı geliştirmeyi hedefliyordu.
Alparslan Türkeş: “Üreten Türkiye” Hayali
Türkeş, tarımın bir ulusun bağımsızlığındaki kilit rolünü vurgulardı. Ona göre tarım, milli güvenliğin önemli bir parçasıydı. “Kendi kendine yetebilen Türkiye” sözü, sadece slogan değil, bir tarım politikasıydı. O dönemde, köylüye verilen desteklerle köylerde “Ne ekersen, onu biçersin” anlayışı hâkimken, bugün inşaat yaparsan, para kazanırsın” düşüncesi hakim oldu. Keşke Türkeş’in zamanındaki gibi kendi kendine yetebilen bir Türkiye kurabilseydik. Bugünlerde "Beton sanayisi" ile meşgulken belki de "tarım sanayisi" eskisi kadar ses getirmiyordur. Türkeş DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ’nde de köy ve köycülük meselesine özel bir önem atfetmekte ve bu konuda da orijinal bir tez olan Tarım Kentleri projesini teklif etmektedir... Tarım Kentleri esas olarak dağınık köylerin toplulaştırılmasını, hizmetin ve şehirlerde bulunan imkânların köylünün ayağına götürülmesini, sanayinin bütün yurda dengeli bir şekilde dağıtılmasını, dolayısıyla bölgelerarası dengesizlikler ile şehre göçün kontrol altına alınmasını ve bu suretle gecekondulaşma meselesine de kaynağında çare bulunmasını hedef almaktadır...
Alparslan Türkeş; Köycülük politikası ile kırsal kalkınmayı artırmak, kooperatifler aracılığıyla üreticinin korunmasını sağlamak ve yerel üretimi destekleyerek tarımsal dışa bağımlılığı azaltmayı hedefliyordu.
Necmettin Erbakan: “Makineleşme ve Kooperatifleşme” Sevdası
Erbakan Hoca'nın hayalindeki Türkiye, sadece sanayileşen değil, aynı zamanda modern tarım teknikleriyle donatılmış bir ülkeydi. Kooperatifleşme modeliyle çiftçilerin daha güçlü olacağını savunurdu. Ne yazık ki, Erbakan Hoca’nın hayalini kurduğu makineleşme ve kooperatifleşme , şimdi köylerde traktör yerine inşaat makineleriyle doldu. Oysa ki Erbakan Hoca, tarımda makinelerin önemini anlatırken “Almanlar traktör yapıyorsa, biz neden yapmayalım?” derdi. Şimdi o traktörler nerede? Şehir dışına çıktığımızda sadece traktör boyutunda SUV’ler görüyoruz. Keşke traktör üretseler de, 70’lik ihtiyarlar sabah tarlasına çıkarken, “Vay be, bu traktör olmasa ne yapardım” diye düşünebilselerdi!
Necmettin Erbakan; Köylüye düşük faizli krediler sağlayarak çiftçiyi desteklemeyi, yerli tohum ve gübre üretimini artırarak, ithalata bağımlılığı azaltmayı ve tarımda sanayileşme ile birlikte milli bir üretim modeli oluşturmayı hedefliyordu.
Bülent Ecevit: “Toprak İşleyenin, Su Kullananın” Diyen Şair Lider
Ecevit, çiftçiyi sadece üretim aracı olarak değil, ülkenin kalbi olarak görürdü. O dönemde köylü destek projeleri öyle başarılıydı ki, bir zamanlar köylerde “Sıkıntı yok, Ecevit var” denilirdi. Bugün de “Sıkıntı var, Ecevit yok” demek zorunda kalıyoruz! Ecevit’in hayalini kurarak mısır tarlasında gezerken bir yandan da tavuklar koşuyor. Ama gel gör ki, tavukların yerini AVM'lerin yemek katları almış!
Bülent Ecevit; köykentler oluşturarak köylerde eğitim, sağlık ve altyapıyı geliştirmeyi, kooperatifler aracılığıyla köylüyü desteklemeyi ve güçlendirmeyi, tarımsal üretimde verimliliği artırmayı ve kırsal göçü önlemeyi hedefliyordu.
Süleyman Demirel: “Barajlar Kralı” ve Sulama Projeleri
Demirel’i baraj projelerinden tanırız. Onun barajları, sadece elektrik değil, tarım için de su sağlamaktı. GAP gibi projelerde tarım için sulama kanalları inşa edildi. Bugün o kanallardan su değil, beton akıyor desek yeridir. Demirel “Sulama yap, üretimi artır” dediği zaman köylerdeki çiftçiler de hayallerinde sürekli toprağın bereketini görürdü. Ama şimdi GAP’ın sulama kanallarını inşa etmek yerine şehirlere beton döken projelerle uğraşıyoruz. Hani sulama kanalları? Nereye gitmişler?
Süleyman Demirel; Köylerin ekonomik kalkınmasını sağlayarak tarım kentleri oluşturmayı, tarım kooperatiflerini destekleyerek küçük üreticiyi örgütlemeyi ve güçlendirmeyi, sulama projelerini genişleterek tarımsal altyapıyı güçlendirmeyi hedefliyordu.
Pandemiden Sonra Köyler:
Pandemi sonrası "şehirden köye geri dönüş" başladı. Ama bu dönüş, köyde tarım yapma hayali değil, şehirdeki kalabalıktan kaçıp, tarımsal arazilere beton dökme çabası gibi görünüyor. Köylere yerleşenler, “Kendi ekmeğimi kendim üreteceğim” demiyor, “Kendi evimi kendim inşa edeceğim” diyerek tarımsal arazilere ev yapıyorlar. Eski köy evlerinin yerine, iki üç katlı villalar yükseliyor. Bu gidişle köylerin “tabiatla iç içe” olma hayali, çok kısa bir süre içerisinde “betonlaşmış villa komşuluğuna” dönüşecek.
TARIMA ÖNEM VERMEYEN BİR ÜLKEYE NE Mİ OLUR?
- Gıda Güvenliği Riski:
Yeterli tarımsal üretim yapılmazsa, ülke gıda ithalatına bağımlı hale gelir. Bu durum, küresel krizlerde veya savaş gibi olağanüstü hallerde gıda kıtlığına yol açabilir.
- Ekonomik Zayıflık:
Tarım sektörü zayıflarsa, kırsal nüfus gelir kaybı yaşar ve bu durum ekonomik dengesizliklere neden olur. Ayrıca, işsizlik artar ve şehirlerde ekonomik yük büyür.
- Göç ve Kentleşme Sorunları:
Tarımın desteklenmemesi köyden kente göçü artırır. Şehirlerde plansız büyüme, gecekondu bölgeleri ve altyapı sorunları ortaya çıkar.
- Çevresel Tahribat:
Tarım arazilerinin ihmal edilmesi veya yanlış kullanımı, erozyon, çölleşme ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına neden olur.
- Sosyal Çalkantılar:
Kırsalda yoksulluk ve eşitsizlik artar. Bu durum sosyal huzursuzluklara ve çatışmalara zemin hazırlayabilir.
- Ulusal Bağımsızlık Tehlikesi:
Tarım ithalatına bağımlılık, ekonomik ve politik bağımsızlığı zedeler. Bu durum, ülkenin dışa bağımlı hale gelmesine yol açar. Tarımın ihmal edilmesi, bir ülkenin sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve stratejik geleceğini de tehlikeye atar.
Tarla mı beton mu?
Öncelikle her anlamda kendi kendine yetebilen bir Ülke olmak için üretmeliyiz. Bugünün tarım politikalarını düşündüğümüzde, eski liderlerin ruhu bu duruma kesin “hayır” derdi. Eskiden üretim için traktörler alınırken şimdi, üretimi sadece "aşırı tüketim" olarak görüyoruz. Bir zamanlar tarım ürünleriyle övünen Türkiye, artık “organik sebze” diye ithal sebze, meyvelere 10 kat fazla para ödüyor. Bunu önlemek için de tarlalarımızdan AVM değil, eski liderlerin projeleri çıkmalı. Çünkü tarla beton değil, bu ülkenin geleceği. Atatürk’ün, Türkeş’in, Erbakan’ın, Ecevit’in ve Demirel’in çiftçiyi baş tacı yapan vizyonlarını hatırlayarak başlamalıyız. Yoksa çocuklarımıza kalacak tek toprak… otopark zemini olacak.
Peki sizce; “Yarınlarımız için beton mu ekeceğiz, umut mu?”