Doğruya varmayınca
Mürşide yetmeyince
Hak nasip etmeyince
Sen derviş olamazsın
Yunus Emre
GELENEKSEL VE MODERNLEŞME ARASINDA TASAVVUF HAYATININ TEMEL MESELELERİ
Cemaat hayatı kişiyi, bireysellikten kurtaran ve kişinin tavır ve davranışlarını kontrol eden bir mekanizmadır. Aynı zamanda kişinin sırtını dayadığı, bu anlamda da uhrevi işlerinin yanında dünyevi olarak da bir güven kapısıdır. Öyle ki sosyal bir varlık olarak insanın bütün yönlerini kontrol altına alan ve bu yönüyle de birey ve toplum arasında bir denge vazifesi görmektedir. Burada cemaatin vazifesi, bireyi ortadan kaldırmak değildir. Bireyi, sosyal bir grubun içerisinde varlığına uygun hareket etmesine yönelik zemin hazırlamaktır. Birey, bireysel olarak kendi iç âlemine, toplumsal olarak da işbölümü ve ihtiyaçların karşılanması noktasında kendi dış âlemine yönelmeyi öğütler. Kişinin iç âlemi de, dış dünyanın ihtiyaçlarının doyumu oranında belli bir kıvama gelir. Bunun için de en belirleyici olanı ise kişinin iç ve dış âlemi arasındaki dengeyi kurmanın yolunu gösteren bir mürşidi kâmilin varlığıdır. Bu mekanizma bireyin, dış âlemi ile iç âlemi arasındadır. Dış dünyanın birey üzerindeki tesirleri noktasında bir gümrük kapısı vazifesi görmektedir.
Tasavvuf geleneğinin özü de bunun üzerine kurulmaktadır. Bireyin özü yani iç dünyasının terbiyesi ve bunun yansıması olarak toplumun birey etrafında yeniden kendini keşfetmesi, bunu yeniden topluma aksettirmesidir. O yüzden tasavvuf düşüncesi toplumdaki değişimin öncelikle bireyin kendisinden başlayacağından hareketle topluma doğru bir yönelişi işaret etmektedir. Türk İslam düşüncesinin merkezinde de bu anlamda insanı görürüz. İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın anlayışında kendini bulan bu düşünce, bir medeniyetin sağlam temeller üzerine kurulmasını sağlayan en önemli referans kaynağıdır. İnsanı, ihmal eden, insanı göz ardı eden hiçbir sistem veya farklı toplumsal oluşumların başarılı olması mümkün değildir. Cemaatler de bu toplumsal gruplar içerisinde, bireyi yani insanı yaşatmak üzerine mücahede etmektedir. İnsanı yaşatmak yerine, insanı ortadan kaldıran bir cemaatin, asıl vasfı da ortadan kalkmış olur.
Günümüzde gelenek ve modernleşmeyle birlikte faaliyetlerini yürüten binlerce tarikat ve cemaat bulunmaktadır. Bunlardan tarikatlar geleneği temsil ederken, cemaat yapıları da modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan unsurlardır. Geleneği temsil eden tarikatlar ile modernleşmeyi temsil eden cemaatler arasında cemaat olma özelliği açısından bir fark yoktur. Ancak ritüeller açısından belirgin farklar bulunmaktadır. Ancak hangi İslami grubu alırsak alalım bir cemaat olma özelliğini sergilerler. Cemaat veya tarikat yapılarını İslami gruplar olarak ele alacak olursak, hepsinde kullanılan ortak bazı kavramlar vardır. Bu kavramların en belirgin olanı ise ihvan kavramıdır. İhvan kavramı da kişinin mensup olduğu cemaatte beraber olduğu kişilerle arasındaki güçlü bağı göstermektedir. Bu bağ hem mürşidi kamile hem de grubun diğer üyeleri arasındaki güçlü kardeşlik bağını ifade etmektedir. Müminler birbirinin kardeşidir ayetinin bir nevi tecelliyatıdır. İslami grupların bu kardeşlik bağı, aşiret gruplarının akrabalık bağları gibidir. Ancak cemaat yapılarında sistemli ve düzenli bir hiyerarşik düzen mevcuttur. Bu hiyerarşik düzene göre kişinin görev ve sorumlulukları da giderek artmaktadır. İhvan olmaya karar vermiş ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalışan bireyden beklenen ise teslimiyettir. Dünyevi ve uhrevi anlamda kendini mensubu olduğun cemaate göre şekillendirmek ve onun gereklerini yerine getirme noktasında zorlayıcı bir tarafı bulunmaktadır. Bireyin dış dünyası, cemaat yapılarının etkisiyle iç dünyasına yön vermeye başlar. Bireyin iç dünyası dizginlendikten sonra, yönünü dış dünyaya yani cemaatin kendisine göre hayatını tanzim edecek noktaya gelir. Bu sarmal birey ve toplum açısından değişimi ve dönüşümü ifade etmektedir. Yunus Emre Hazretleri gibi önemli tasavvuf büyükleri bu hali “miskin çiğ idik, pişdik Elhamdülillah” şeklinde tarif etmektedir. Diğer taraftan Mevlana Hazretlerinin ayeti kerimeye uygun olarak ifade ettiği ölmeden evvel ölünüz tavsiyesine uygun yaşamak, teslimiyetin önemli bir göstergesidir.
Ancak tasavvuf denilince akla gelen genellikle gelenekler içerisinde hayatını sürdüren tarikatlar akla gelmektedir. Modernleşmeyle birlikte başlayan, daha doğru bir ifadeyle, Cumhuriyet tarihiyle birlikte gelişen modern cemaatlerin ritüeller dışındaki işleyişi dışında amaçlar noktasında bazı önemli farklılıklar vardır. Bunlardan en belirgin olanı ise, birinde uhrevi hayat daha belirleyici iken, diğerinde dünyevi hayatın gerekleri daha belirleyicidir. Sakal bırakmak geleneği ifade ederken, bıyık bırakmak da modernleşmeyi temsil etmektedir. Bıyığın kesim şekli ise mensubu olduğun cemaatin kimliğini gösteren unsurlardan birisidir. Buna benzer başörtüsü bağla şekillerinde bile mensubu olunan cemaate göre bir kimlik göstergesi olarak bağlandığı görülmektedir. Buradan maksat belli bir cemaatin içerisinde tek tip insan oluşturmaktır. Giyiminden kuşamına kadar bunun şeklini görmek mümkündür. Kişi eğer kendisini ihvan olarak görüyorsa ve bu konuda kendini adamış bir şahsiyet ise, bütün bunlara dikkat etmektedir.
Günümüz İslami grupların en önemli özelliklerinden birisi bireyin sosyal hayatının, devlet tarafı hariç, bütün unsurları cemaatin kendi yapılarından oluşmaktadır. Marketinden, kasabına, emlakçısından, eğitim kurumlarına kadar cemaat mensubu herkesi farklı şekillerde birbirine bağlayan ve birbiriyle ilişki içerisinde olmasını sürekli öğütleyen bir tarafı vardır. Öyle ki devlet yapılarında görülen bürokratik yapı, günümüz cemaat yapılarının içerisinde de bulunmaktadır. mesleki bilgi ve becerileri doğrultusunda insanlar yönlendirilmekte, tayin edilmekte, hatta evlendirilmektedir. Böylece cemaat yapısı uhrevi anlamda sadece namaz kılmak, tespih çekmek, sohbet ve tefekkür etmenin yanında dünyevi birçok unsurunu da güçlü bir şekilde kullanmaktadır. İster geleneğin ister modernleşmenin ürünü olsun, bütün cemaat yapıları genel itibariyle kapalı grup özelliği gösterir. Ancak hitap ettiği kitle, dünyevi olarak herkese, uhrevi olarak da sadece ihvanlara yönelik faaliyetlerine devam etmektedir. Öyle ki ihvanlarla birlikte hareket etmeyenlere iyi gözle bakılmaz ve genel itibariyle soğuk davranılır.
Bütün bu özellikler göz önüne alındığında günümüzde gelenek ile modernleşmenin ürünü olan cemaat yapıları arasında büyük çekişme ve tartışmalar yaşanmaktadır. Hatta aynı desene uygun yapılar içerisinde bile tartışmaların olduğu görülür. Ancak geleneği temsil eden yapılar da bu tartışmalara pek rastlanmaz. Ancak modern cemaatlerde cemaat yapıları arasında ciddi tartışmaların olduğu görülmektedir. Bir cemaate mensup olmak aynı zamanda başka bir cemaate iyi gözle bakmamayı gerektirir. Mesele sadece cemaate yön verenlerin mensubu olduğu cemaati belli kalıplar içerisinde görmesi ve yönlendirmesidir.
İslami grupların en belirleyici bir diğer özelliği ise dünyevi meselelerin de uhrevi meseleler etrafında ele alınıp değerlendirmesidir. Bu noktada herhangi bir konuda karar alma mekanizması hiyerarşik bir yapı olarak lider ve ona yakın olan istişare kurulunun düşüncelerinin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun en belirgin dönemleri seçim zamanı yaşanmaktadır. Çünkü İslami gruplar siyasi organizasyonlar için siyasi birer vakıa olarak ele alınmaktadır. Burada önemli olan cemaate yön veren kişileri ikna etmektir. Bundan sonra ortaya çıkan ölçü, Hocanın, mürşidin ya da söz sahibi büyüklerin kararlarının diğer ihvanlar tarafından yerine getirilmesidir. Bunda sorgu sual pek yoktur ve buna da hoş bakılmaz. Ancak cemaate yeni giren ihvanlara verilen ilk mesajlarda, buraların siyasetten uzak olduğu, siyasetle ilişkilerinin olmadığı ifade edilmektedir. Burada da en belirleyici olan taraf ise, herhangi bir cemaatin faaliyetlerini serbestçe yapabilmesi ve daha iyiye geliştirme noktasındaki taleplerinin siyasete yön vermek isteyenler tarafından yerine getirilmesi noktasında karşılıklı uzlaşıya dayanmaktadır. Bu yönüyle aşiretlerde veya cemaat yapılarında önemli olan aşiret ağasını veya cemaate yön veren kişileri ikna etmenizdir. Bu da giderek büyüyen ve kalabalıklara hitap eden bir cemaat yapısı için önemli bir kitle olarak karşımıza çıkmaktadır. Cemaat faaliyetlerini artırabileceği, maddi anlamda gelirlerini çoğaltabileceği ve devletin işleyişi içerisinde söz sahibi olabileceği bir kanal olarak siyasi yapıları görmektedirler. Bu sarmal yapı birbirini besler ve gelişir. Bunu beslemeyen ve cemaat hayatına katkı sağlamayan bir siyasi yapıya destek olmak mümkün değildir. Bu öyle bir hale gelir ki bazen, cemaate yön verenlerin kanaatleriyle hareket eden ihvanlar için bir iman meselesi haline gelmektedir. Halbuki Türkiye’de belli marjinal grupların dışında her siyasi yapının içerisinde muhafazakar eğiliminde insanlar vardır. Kimin neye niyetle hangi yapıların içerisinde olduğunu ise ancak Allah bilir.
Bütün bunların temelinde ortaya çıkan sorunsalın ana kaynaklarından birisi de İslamın, İslamcılık ideolojisi içerisinde ele alınıp değerlendirilmesidir. Bir nevi İslamın dünyevileşmiş ve belli ideolojilerin formasyonunda meseleler ele alınıp değerlendirilmektedir. Bu açıdan özellikle 1970’lerden itibaren İslamcılık anlayışında ortaya çıkan değişimler ve gücün elde edilmesi noktasında İslam ideolojisine hizmet eden her şeyin mübah görülebileceği bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Bunun zemini modernleşme süreciyle ortaya çıkan fikri ortamdan beslenen İslamcılık anlayışı, Cumhuriyetle birlikte ortaya çıkan laik seküler bir anlayışın karşısında 1960’lardan itibaren yeniden yer bulmaya başlamış ve dönemin koşullarına göre İslamcılık ideolojisi yeni formasyonlarla değişim ve dönüşüm yaşamış ve bugünlere kadar gelmiştir. Bütün bu süreci göz önüne aldığımızda İslamcılık ideolojik bir yaklaşım olarak farklı cemaat yapıları içerisinde de ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Ortaya çıkan temel meseleler de İslamcılık ideolojisi bir kılıf olarak kullanılmış ve cemaat yapılarının önündeki engeller karşısında pratik çözümler üretebilecek hale gelmiştir. Bu pratik çözümlerin kaynağında gücü ele almak için karşılıklı ilişkiler ağı kurulmuş ve bu ilişkiler ağıyla birlikte hem maddi olarak yapı güçlendirilmiş hem de manevi olarak İslamcılık ideolojisine hizmet anlayışıyla bulunduğu konumda doyuma ulaşmaktadır. Bu da İslamın, modernleşmeyle birlikte İslamcılık ideolojisiyle birlikte nizamı aleme hitap eden anlayışı yerini dünyevi bir hayat içerisinde bireyi ve bağlı olduğu cemaati ele alan bir yaklaşıma dönüştürülmüştür. Tutarlı ve akla yatkın olarak değerlendirilen İslamcılık anlayışına sahip olanların yaşantılarındaki gösteriş ve abartının bireyin iç dünyasındaki karşılığı olarak görülmemektedir. Dış alemdeki rekabetin bir uzantısı olarak özendirilmiş bir hayat tarzının insana sunulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu çıkmazdaki temel sorunsal rekabete ve gösterişe dayalı olan bu açmazın iç alemdeki rahatlamanın bir kılıfı olarak İslamcılık ideolojisinin kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Ancak geçmişten günümüze cemaat hayatını bir lokma bir hırka anlayışı içerisinde sürdürmeye çalışan, bozulan gönülleri tamir etmek amacıyla kendilerine yol tutan yapılarda bulunmaktadır. Bu yapıların asıl vasfı, insanın iç âlemini kurtuluşa götürecek yolları göstermektir. Buna uygun olarak geleneksel cemaat yapılarının karşılığı olarak görülen tasavvuf hayatı sır bir hayattır. Bu hayat öyledir ki, sır olan hayatı aşikâr ettikçe dünyevileşmeye başlar. Hatta büyük Allah dostları, bu yolu tarif ederken bir ölçü ortaya koymaktadır. Yaşanılan düzen İslami grupların arzu ettiği bir şeriat ortamı dahi olsa, kişinin tasavvuf yaşantısı yine bir sırdır. Bu konuda Külli Evliyalar Sultanı olarak görülen Veysel Karani Hazretlerinin hayatı bu yola gönül vermiş herkes için bir örnektir. Zahirde koyunlarını gütmeye çalışmakta, batında ise Hakk ile meşgul olmak…
Sonuç olarak İslam’ın bütün nizama hitap eden anlayışını yeniden ele alınıp değerlendirilmesi ve toplumsal olayları günlük siyasi meseleler etrafında almaktan ziyade, tarihsel bir bütünlük içerisinde ele alabilmeliyiz. İslamiyet, modernleşmeyle birlikte dünyevileşen bir ideolojik yaklaşımlar etrafında ele alınmasından ziyade, zamanın şartları içerisinde değişimin doğal olduğu vurgulanmaktadır. Bunu da Hacı Bayram Veli Hazretleri ve onun müritlerinin yaptıkları gibi bir yandan toprağı işleyen ve mesleklerini yerine getirmeye, diğer yandan da tasavvufun sır olan mertebelerinde edeb içerisinde yol almaya çalışan bir anlayış hepimiz için birer örnektir.