İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmez isen
Ya nice okumaktır.
Yunus Emre
Tarih ve sosyoloji gibi toplumsal meselelerin arka planını görebilmek ve çözümleyebilmek için başvurulan sosyal bilim alanlarıdır. Sosyal olayları irdelerken insan, tarih ve coğrafyanın bilgisinde sosyolojik analizle ile ilişkilendirilen çok yönlü bir yaklaşımla doğru bilgilere ulaşılabilir. Özellikle toplumsal olaylara sebebiyet verecek, önemli meseleler irdelenirken bu hassasiyete dikkat etmek gerekir. Bugünkü toplumsal meseleleri tarihsel arka planı dikkate alarak ve sosyolojik analize dayandırıldığında meseleler gerçek ya da gerçeğe yakın olarak değerlendirilmiş olur. Ancak günümüzde hangi toplumsal olayları ele alırsak alalım, bunlara dikkat edilmediği, hatta göz ardı edildiği görülmektedir. Gündelik siyaset ve kişisel bakış açılarından dolayı ele alınan meseleler hem doğru anlaşılmıyor hem de ortaya konulan çözüm önerileri bambaşka sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Sosyal bilimlerde objektif olmak kolay değildir. Her sosyal bilimci belli bir kültürde ve toplum içinde hayatını sürdürmektedir. Sahip olduğu değerler manzumesinden dolayı meseleler yorumlanırken meseleyi soğukkanlı ele almak bazen zorlaşır. Ancak bilim adamı mümkün olduğunca nesnel olmaya çalışır. Ancak yönetici, umera ve idareci dediğimiz topluma yön verenlerin ise elde ettiği bilgileri toplumun menfaatleri ölçüsünde ele alır ve değerlendirir. İdareci, elde ettiği bilgileri çarpıtmadan, toplumun menfaatleri doğrultusunda uygun ölçülerde kullanır ve bu bilgileri pratik hayatın içerisine katmaya çalışır. Bu yüzden ulema objektif, umera ise subjektif olarak meselelere yaklaşması gerekir. Umeranın subjektif oluşu, aldığı terbiye ve sahip olduğu tarih şuuruyla ilişkilidir. Ulema ise aldığı terbiye ve sahip olduğu tarih şuuruna rağmen meseleyi doğru incelemek ve mümkün olduğunca objektif davranarak doğru bilgiye ulaşmaya çalışır. Ulemanın hassasiyeti doğru bilgi iken, umeranın hassasiyetinde doğru bilginin nasıl kullanılması gerektiği konusunda çözüm yolları üretmektir.
Bugün Türkiye gerçekleri içerisinde meseleyi ele alacak olursak, ulema ve umera arasındaki bu hassasiyete dikkat edilmediği görülmektedir. Ulema objektif bilgiden ziyade, gündelik siyasetin malzemesi haline getirilmiştir. Umera ise terbiye ve tarih şuuru noktasında ise subjektif davranamamaktadır. Halbuki toplum denilen sosyolojik yapının içinde yetişen insanlardan hele hele idareci pozisyonuna gelenlerin bu hassasiyete dikkat etmesi gerekir. Toplumu ayrıştıracak, devleti ve milleti farklı mecralara doğru sürükleyecek yaklaşımlardan kaçınmak gerekirdi. Bugün siyasetçisi ulema gibi, uleması da umera gibi davranan bir toplum haline gelmeye başladık. Bundan dolayı hangi bilgi doğrudur, hangileri milletin menfaatinedir, hangi bilgiler toplumu normalleştirir gibi yaklaşımların içi boşaltılmış ve toplumda kafa karışıklığına sebebiyet verdiği görülmektedir. Hele hele toplumun en hassas olduğu konular umera tarafından tartışmaya açılmışsa, yakın gelecekte ortaya çıkacak çatışmalara da zemin hazırlar hale gelir. Bütün bunlara karşı doğruyu söylemekten kaçınmayacak, objektif bilgiye büyük ölçüde sadık kalmaya çalışan ulemaya ihtiyaç vardır. Çünkü toplumu en iyi tanıyacak olanlar, tanıması gerekenler ulemadır. Doğruları her fırsatta umeraya söylemek ulemanın en önemli görevlerinden biridir.
Bugün Türk toplumu içerisinde, özellikle kimlik tartışmalarına bu bilgiler ışığında bakıldığında meseleyi irdelemesi gerekenlerin sustuğu, konuşmaması gerekenlerin ise sürekli kimlik üzerinden siyaset geliştirdiği görülmektedir. Tarih ve sosyoloji gibi birbirini tamamlayan sosyal bilimlerin ortaya koyduğu bilgilerden ziyade toplumu ayrıştırmaya doğru götüren gündelik siyasi anlayışın toplumda daha çok kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Ancak sosyal yapılar, gündelik siyasetin malzemesi değildir. Gündelik siyaset, sosyal yapıları yozlaştırabilir ancak ortadan kaldırması mümkün değildir. Çünkü insan ve toplum hafızası daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi canlılığını sürdürmektedir. Buna göre bir toplum eninde sonunda kendi mecrasında akmaya devam eder. Toplum kendi mecrasında akarken, toplumun hafızasında, toplumsal meselelere objektif yaklaştığını zanneden umerayı ise farklı şekillerde anmaktadır. Türk tarihi bütünü göz önüne alındığında objektif olan ulema ile subjektif davranan umerayı hatırlamaktadır. Subjektif davranan ulema ile objektif davrandığını zanneden umerayı ise tarihin karanlık çöplüğüne attığı görülmüştür. Yukarıda izah ettiğimiz gibi subjektif olmak umeranın, objektif olmak ise ulemanın yaklaşımıdır. Biri meseleyi ilmi hassasiyetlerle ele alırken, diğeri toplumsal menfaat doğrultusunda meseleye yaklaşmaktadır. Burada umeranın subjektif olması demek, doğru bilgiden ayrılması manasında kullanmıyoruz. Umera, sahip olduğu bilgiler ışığında, içinde bulunduğu ve yönettiği toplumun menfaatleri doğrultusunda siyaset geliştirmek zorundadır.
Toplum ulema, umera ve avam kısmından oluşur. Avam, yani toplumun genelini oluşturan bu kısım, ulemanın bilgileri ve umeranın siyaseti ile hayatına yön verir. Burada vebal her iki kesime aittir. Ulema doğruyu söylemekten hiçbir zaman çekinmeyecek, umera da doğru bilgiyi milletin menfaatleri doğrultusunda siyasetin ana malzemesi olarak kullanacaktır. O zaman Türkiye’de, kimlik, anayasa, terör, iktisadi kalkınma, siyasal sistemler, eğitim sorunu, dış politika, başörtüsü vs. gibi toplumsal meselelerin değerlendirilmesi ve çözümünde doğru bilgiler üretilir ve buna uygun kararlar uygulanır hale gelebilir.