Haksızlık, yalnızca hakkı gasp etmekle sınırlı değildir. Hukuk kurallarını hiçe saymak, ahlaki ve insani değerleri kendi çıkarına göre şekillendirmek, toplumsal düzeni bozmak ve hakkı olmayana fiziksel ya da zihinsel zulüm etmektir.
Bu, kişinin kendi vicdanından başlar; çünkü insan, çoğu zaman kendi haksızlığını kabul etmekten kaçınır.
Haksızlık, genelde kişinin kendi doğrusunu mutlak doğru olarak görmesiyle ortaya çıkar. Bu durum, eleştiriye kapalı bir toplum yapısı yaratır. Ancak şu soruyu sormak gerekir:
Gerçekten haksızlık mı yapılıyor, yoksa fikir ayrılıkları mı haksızlık olarak algılanıyor?
Haklı olduğunu iddia eden bir kişi, “Hakkımdır” derken gerçekten adaletli mi davranıyor, yoksa bu bir yanılgı mı?
Hak iddia ederken kazandırdıklarımızı ve kaybettiklerimizi muhasebe etmek gerekir.
Kimi zaman kişinin hakkını savunması kaçınılmazdır, çünkü sessiz kalmak varoluşuna bir haksızlık olur. Ancak bu hakkı savunurken adalet çizgisinden sapmamak önemlidir.
Haksızlık ve Toplum
Haksızlık, sadece bireyler arasında değil, ailede, iş yerinde, dost çevrelerinde ve toplumu bir arada tutan her ortamda yaşanır. Bir söz kesmek bile haksızlık olarak algılanabilir.
İnsanlar birbirlerinin haklarına saygı göstermedikçe, toplumsal barış mümkün değildir. Ancak sürekli haklı olduğunu savunmak da çözüm üretmek yerine çatışmayı büyütür.
Haksızlıkların yaygınlaşması, bir toplumun ahlaki yapısının çöküşüne işarettir.
Bugün hepimizin göz önünde olduğu sosyal medya, bu durumun en açık örneğidir. İnsanlar sosyal medyada mahremiyetlerini hiçe sayar, birbirine pervasızca saldırır ve bunu izleyen bir kitle alkış tutar.
Bu durumda suç, sosyal medyanın mı yoksa o platformu bilinçsizce kullananların mı?
Kendimize Haksızlık
“Haklıyım” demek kolaydır, ancak bu iddia bazen kendimize yaptığımız bir haksızlıktır. Çünkü görmezden geldiğimiz her haksızlık, zamanla büyür ve daha büyük sorunlara yol açar. Manevi olarak “iyi yaşıyorum” demek yeterli değildir.
Eğer bu yaşam tarzı başkalarına örnek olmuyorsa, sorumluluktan kaçınıyoruz demektir.
Toplumun örnek aldığı kişi ve kurumlar, ahlaki değerleri yaşatmak ve yaymakla yükümlüdür. Ancak bugün gelinen noktada, kişisel çıkarlar ön planda tutuluyor.
Mahremiyetini sergileyen, değerlerini hiçe sayan ve bunun normalleştirilmesine katkı sağlayan insanlar çoğalıyor.
Kadına şiddeti eleştirirken, kadını bir obje olarak gören zihniyetin desteklenmesi, çelişkinin boyutlarını gösteriyor.
Haksızlığın Yansımaları
Haksızlık sadece hak gaspı değildir.
Karşınızdakinin fikrini bastırmak, onu dinlememek ya da söz hakkı tanımamak da haksızlıktır.
Bugün aile ilişkilerinden iş ortamlarına kadar her yerde bu durum yaşanıyor. Sevgi pamuk ipliğine bağlı, saygı ise kaybolmuş durumda.
Toplumdaki her birey, kendi payına düşen sorumluluğu yerine getirmediğinde, haksızlık yaygınlaşır.
Çocukların ve gençlerin örnek aldığı yetişkinler, mahremiyeti ve ahlaki değerleri ayaklar altına aldığında, nesiller arası çatışma kaçınılmaz hale gelir.
Haksız Zihniyetten Kurtulmak
Bugün ahlaki ve insani değerlerimizi sorgulama vakti gelmiştir. Haklılık, adaletin ve vicdanın terazisinden geçmelidir.
Haksızlıklarla mücadele etmek, yalnızca başkalarını eleştirmekle değil, kendi davranışlarımızı gözden geçirmekle mümkündür.
Sonuç olarak, haklı bir toplum yaratmak istiyorsak, haksız bir zihniyetten arınmamız şarttır. Haklılık, kişisel bir zafer değil, toplumsal bir denge unsurudur. Bu dengeyi sağlamak hepimizin görevidir.
Her görmezden geldiğimiz haksızlık, bir gün daha büyük bir sorunun temelini oluşturur. Adaletin ve ahlakın hakim olduğu bir toplum için, önce kendimize karşı dürüst olmalıyız.
Kıymetli Yazar/Şair Amine hocam hak ve saygıya o kadar çok ihtiyacımız var ki iyiki kaleme aldınız iyiki varsınız çok teşekkür ederim
Harıka bir yazı kaleminiz daim olsun değerli hocam